Bu, bir ömrün nasıl tüketildiğinin, insana nasıl “yaşanır” ya da “beklenir” öğretildiğinin farkı.
Bir yerde yaşlılık, hâlâ yaşamın bir parçası.
Bizde ise, yaşayan bir bedenin içine yavaş yavaş gömülen bir sessizlik
Bu, bir ömrün nasıl tüketildiğinin, insana nasıl “yaşanır” ya da “beklenir” öğretildiğinin farkı.
Bir yerde yaşlılık, hâlâ yaşamın bir parçası.
Bizde ise, yaşayan bir bedenin içine yavaş yavaş gömülen bir sessizlik
Adımlarında güç değil, alışkanlık vardı.
Kendinden emin değil, sadece kayıtsız.
Halk mı?
Kapının ardında durmuştu.
Bir kısmı hâlâ soruyordu:
— Neden?
Ve diğer kısmı çoktan susmayı öğrenmişti.
Adımlarında güç değil, alışkanlık vardı.
Kendinden emin değil, sadece kayıtsız.
Halk mı?
Kapının ardında durmuştu.
Bir kısmı hâlâ soruyordu:
— Neden?
Ve diğer kısmı çoktan susmayı öğrenmişti.
Arabalar ilerleyemiyor, klaksonlar çığlık gibi yükseliyordu.
Bir adam mavili bir adam öfkeyle küfür ediyordu havaya.
Ama o da bilmiyordu neden beklediğini.
Yolu kapatmışlardı.
Prenses rahat gelsin diye.
Arabalar ilerleyemiyor, klaksonlar çığlık gibi yükseliyordu.
Bir adam mavili bir adam öfkeyle küfür ediyordu havaya.
Ama o da bilmiyordu neden beklediğini.
Yolu kapatmışlardı.
Prenses rahat gelsin diye.
Ama o kahkaha, neşeyle değil, korkuyla atılan bir kahkahaydı.
Zoraki, sahte, içi boş.
O çocuklar sustular, geçip gittiler.
Ama o kahkaha, neşeyle değil, korkuyla atılan bir kahkahaydı.
Zoraki, sahte, içi boş.
O çocuklar sustular, geçip gittiler.
Yavaşça yürüdüler.
Valiye baktılar, yüzünü eğmedi çocuk.
— Pardon,
dedi biri.
Ses tonunda ne isyan ne kibir vardı.
Sadece olması gereken bir hak: Yol istemek.
Yavaşça yürüdüler.
Valiye baktılar, yüzünü eğmedi çocuk.
— Pardon,
dedi biri.
Ses tonunda ne isyan ne kibir vardı.
Sadece olması gereken bir hak: Yol istemek.
Kapılar kapandı bir kez daha.
Bu kez içeridekiler çıkamasın diyeydi.
Prenses hanım konuşacaktı. Herkes dinleyecekti.
Zorla. Sessizce.
Kapılar kapandı bir kez daha.
Bu kez içeridekiler çıkamasın diyeydi.
Prenses hanım konuşacaktı. Herkes dinleyecekti.
Zorla. Sessizce.
Çünkü çocuk acıyordu onlara.
İnsanın en çok canını acıtan bakış budur: Merhametle bakanın küçümseyen gözleri.
Çünkü çocuk acıyordu onlara.
İnsanın en çok canını acıtan bakış budur: Merhametle bakanın küçümseyen gözleri.
Kalabalığın dışında bir çocuk.
Bakışı sertti. Sol eli havadaydı, ne selam verir gibi ne de tehdit eder gibi…
Ama öyle bir öfke ki… patlayacak gibi değil; daha çok insanlıktan ümidi kesmiş birinin, her şeyi geriden izleyen birinin öfkesi.
Kalabalığın dışında bir çocuk.
Bakışı sertti. Sol eli havadaydı, ne selam verir gibi ne de tehdit eder gibi…
Ama öyle bir öfke ki… patlayacak gibi değil; daha çok insanlıktan ümidi kesmiş birinin, her şeyi geriden izleyen birinin öfkesi.
Ama gülümsemesinde bir tür unutulmuşluk vardı;
Ne kendini ne halkı hatırlayan bir insanın gülümsemesi.
Ama gülümsemesinde bir tür unutulmuşluk vardı;
Ne kendini ne halkı hatırlayan bir insanın gülümsemesi.
Önünde bekleyenler, başlarını eğdi.
Refleks gibiydi artık “Hoş geldiniz, sayın prensesim” demek.
Yılların alışkanlığı.
İradenin değil, eğilmiş boynun sözüydü bu.
Önünde bekleyenler, başlarını eğdi.
Refleks gibiydi artık “Hoş geldiniz, sayın prensesim” demek.
Yılların alışkanlığı.
İradenin değil, eğilmiş boynun sözüydü bu.
Kırmızı, cafcaflı bir arabada.
Işıklar altında bir vitrin mankenine bakar gibi göz ucuyla baktı dışarıdaki heykellere.
O heykeller ki zamanın kendisinden daha yaşlıydılar, ama onun bakışında bir anlam bulamadılar.
Kırmızı, cafcaflı bir arabada.
Işıklar altında bir vitrin mankenine bakar gibi göz ucuyla baktı dışarıdaki heykellere.
O heykeller ki zamanın kendisinden daha yaşlıydılar, ama onun bakışında bir anlam bulamadılar.
Çünkü o tür sorular cevaplanmazdı artık bu topraklarda.
Sorgulayan gözlere gülüp geçmek, yönetenlerin alışkanlığıydı.
Çünkü o tür sorular cevaplanmazdı artık bu topraklarda.
Sorgulayan gözlere gülüp geçmek, yönetenlerin alışkanlığıydı.
Bir başkası sordu:
— Ne için geliyor?
— Tarihi bir eser bulunmuş, onu anlatacakmış.
Sonra gelen o soru, hep aynı soruydu:
— Tarihi eseri o mu buldu? Neden o anlatıyor?
Bir başkası sordu:
— Ne için geliyor?
— Tarihi bir eser bulunmuş, onu anlatacakmış.
Sonra gelen o soru, hep aynı soruydu:
— Tarihi eseri o mu buldu? Neden o anlatıyor?