Bulowski
banner
bulowski.bsky.social
Bulowski
@bulowski.bsky.social
BEEP BOOP
2) Program başlarken bacaklara doğru yavaş yavaş inen kamera açılarından bahsetmiyorum bile.
August 20, 2025 at 11:33 AM
2) Bu sadece sağlık sistemi farkı değil.
Bu, bir ömrün nasıl tüketildiğinin, insana nasıl “yaşanır” ya da “beklenir” öğretildiğinin farkı.

Bir yerde yaşlılık, hâlâ yaşamın bir parçası.
Bizde ise, yaşayan bir bedenin içine yavaş yavaş gömülen bir sessizlik
August 11, 2025 at 11:59 AM
Ve o yürüyordu.
Adımlarında güç değil, alışkanlık vardı.
Kendinden emin değil, sadece kayıtsız.

Halk mı?
Kapının ardında durmuştu.
Bir kısmı hâlâ soruyordu:
— Neden?

Ve diğer kısmı çoktan susmayı öğrenmişti.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Dışarı çıktıklarında, sokaklar kilitlenmişti.
Arabalar ilerleyemiyor, klaksonlar çığlık gibi yükseliyordu.
Bir adam mavili bir adam öfkeyle küfür ediyordu havaya.
Ama o da bilmiyordu neden beklediğini.
Yolu kapatmışlardı.
Prenses rahat gelsin diye.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Kalabalık, gülüyordu.
Ama o kahkaha, neşeyle değil, korkuyla atılan bir kahkahaydı.
Zoraki, sahte, içi boş.
O çocuklar sustular, geçip gittiler.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Ama o çocuk ve yanındakiler…
Yavaşça yürüdüler.
Valiye baktılar, yüzünü eğmedi çocuk.
— Pardon,
dedi biri.
Ses tonunda ne isyan ne kibir vardı.
Sadece olması gereken bir hak: Yol istemek.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Salona girdiler.
Kapılar kapandı bir kez daha.
Bu kez içeridekiler çıkamasın diyeydi.
Prenses hanım konuşacaktı. Herkes dinleyecekti.
Zorla. Sessizce.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Yüzündeki ifade kimilerini rahatsız etti.
Çünkü çocuk acıyordu onlara.
İnsanın en çok canını acıtan bakış budur: Merhametle bakanın küçümseyen gözleri.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Arkasındakiler o anda gördü onu.
Kalabalığın dışında bir çocuk.
Bakışı sertti. Sol eli havadaydı, ne selam verir gibi ne de tehdit eder gibi…
Ama öyle bir öfke ki… patlayacak gibi değil; daha çok insanlıktan ümidi kesmiş birinin, her şeyi geriden izleyen birinin öfkesi.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Prenses selam verdi, gülümsedi.
Ama gülümsemesinde bir tür unutulmuşluk vardı;
Ne kendini ne halkı hatırlayan bir insanın gülümsemesi.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Ardında kırk, elli kişi vardı.
Önünde bekleyenler, başlarını eğdi.
Refleks gibiydi artık “Hoş geldiniz, sayın prensesim” demek.
Yılların alışkanlığı.
İradenin değil, eğilmiş boynun sözüydü bu.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Ve işte geldi prenses.
Kırmızı, cafcaflı bir arabada.
Işıklar altında bir vitrin mankenine bakar gibi göz ucuyla baktı dışarıdaki heykellere.
O heykeller ki zamanın kendisinden daha yaşlıydılar, ama onun bakışında bir anlam bulamadılar.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Cevap yoktu.
Çünkü o tür sorular cevaplanmazdı artık bu topraklarda.
Sorgulayan gözlere gülüp geçmek, yönetenlerin alışkanlığıydı.
May 25, 2025 at 10:23 AM
Öyle söylediler, sanki prenses bir doğa olayıydı; deprem gibi, sel gibi, karşı gelinemez bir zorunluluk.
Bir başkası sordu:
— Ne için geliyor?
— Tarihi bir eser bulunmuş, onu anlatacakmış.

Sonra gelen o soru, hep aynı soruydu:
— Tarihi eseri o mu buldu? Neden o anlatıyor?
May 25, 2025 at 10:23 AM