Bursa – Emek Partisi (EMEP) Bursa İl Örgütü Bursa'nın Gürsu ve Kestel ilçeleri arasındaki ormanlık alanda çıkan orman yangınıyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada Kestel ve Gürsu’nun havadan müdahale edilmediği için yandığı belirtilerek yangınların faciaya dönüşşmesinin sorumlusunun iktidar olduğu ifade edildi. Yangınların faciaya, katliamlara dönüşmesinin sorumlusunun ülkeyi yöneten Tek Adam Rejimi ve Cumhur İttifakı olduğuna işaret edilen açıklamada; “Ülkenin dört bir yanında gerçekleşen yangınlar kontrol altına alınmıyor, hızlıca çok büyük ormanlık alanlar yanıyor, hayvanlar ölüyor, yurttaşlar yerlerinden göç etmek zorunda kalıyor” denildi. “Yaşananların sorumluları bellidir” Bursa'daki yangınlarda bu tablonun ortaya çıkmasının sebebinin 'Yeşil Bursa'yı adım adım betona gömen, yangın söndürme uygulamalarını özelleştiren, az işçiye çok iş yaptırmak isteyen Erdoğan iktidarı olduğu vurgulanan açıklamada; “Eskişehir'de 11 işçinin ölümü de, Kestel ve Gürsu'daki orman yangınlarının faciaya dönüşmesi de düpedüz katliamdır ve sorumluları bellidir” diye belirtildi. 2021'deki büyük Manavgat yangınında sorulan soruları cevapsız bırakan, yangın söndürme uçaklarından bir dizi ekipmana kadar en önemli gereçleri temin etmeyen ve yeteri kadar işçi çalıştırmayan hükümetin bu yaşananların en büyük sorumlusu olduğunun altı çizilen açıklamada şöyle denildi; “İnsanca bir yaşam mücadelemiz aynı zamanda tüm canlılar için yaşanabilir bir Türkiye mücadelesidir. Bu yaşananların hesabını sormak çevre ve işçi katliamlarına son vermek için birleşelim. Özelleştirmeler ve rant politikalarına dur diyelim”

Sırrı Süreyya Önder, bu akşam geçirdiği ciddi kalp rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırıldı.

Kuşaktan kuşağa nasıl değişiyor dünya, hayat, teknoloji ve hatta duygular. Şimdiki nesle bakınca, ne kadar şanslıydık bazı açılardan ve bir o kadar da...

Türkiye ile İsrail’in Suriye sahasındaki çekişmesi iki ülke arasındaki tansiyonu yükseltmeye devam ediyor. Son olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İsrail ile gerilimi yatıştırmaya yönelik açıklamalar yapsa da İsrail tamamen farklı bir politika izliyor hâlâ. Netanyahu yönetimi Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunun İran’ın nüfuzundan daha tehlikeli olduğuna varan çıkışlarla gerilimi harlamaya devam ediyor. Peki bu gerilimin sebebi ne, tansiyon iki ülke arasında Suriye sahasında bir çatışmaya varır mı? Aslında Türkiye-İsrail geriliminin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ile birlikte başladığı söylenebilir. Türkiye bu süreçte daha aktif rol alabilmek için birçok girişimde bulundu ancak bu girişimler İsrail’in isteksizliği ve bazen de açıkça Türkiye’nin dahlini reddetmesi nedeniyle Ankara’nın istediği ölçüde başarıya ulaşamadı. Bu dönemde Ankara HAMAS’ın garantörlüğü üzerinden bölgenin en derin ve çetrefilli davası olan İsrail-Filistin meselesinin ana aktörlerinden biri olmak istiyordu. ABD ve kısmen AB ülkelerinin desteğini arkasına alan İsrail Gazze savaşını Lübnan’a yaydığında süreç artık İran’sız bir bölge dizaynı aşamasına geçti. Bu süreç de Ankara tarafından İran’ın boşalttığı yerlerin doldurulması çerçevesinde yeni bir fırsat olarak değerlendirildi ve bu hedefle yeni ve oldukça yoğun bir diplomatik trafik başladı. Ancak İsrail bir taraftan İran’ı bölgeden çıkarmaya çalışırken diğer taraftan oluşan boşlukları da ya kendisi doldurmak istiyordu ya da İsrail tarafından belirlenen ve haliyle İsrail tarafından kontrol edilebilir taraflarca doldurulması için bastırmaya başladı. Nihayetinde Türkiye-İsrail gerilimi Suriye’de Esad yönetiminin düşmesi ve Suriye sahasını domine eden Rusya’nın durumunun belirsizleşmesi ile daha da yükseldi. Elbette Amerika’daki seçim süreci ve Netanyahu’nun kişisel ilişkilerini dünyaya sergilemekten kaçınmadığı Trump’ın başkan olması İsrail açısından kaçırılmaması gereken bir fırsattı. Bu dönemde Ankara da boş durmadı, bir taraftan Suriye sahasındaki fiziksel varlığını ve nüfuzunu tahkime girişti diğer taraftan Trump yönetimini ikna çabalarına... Suriye sahasında İsrail, nöbetçi kulübelerine kadar bütün askeri kompleksleri, üsleri, depoları yok etti. Buna engel olamayan Türkiye, Trump yönetimini Türkiye’nin hem Irak’ta hem Suriye’de daha aktif rol alabileceği konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Ancak Trump hem Türkiye’yi hem de İsrail’i huzursuz eden bir tavırla ‘Suriye ile ilgilenmediğini, mesai ve kaynak ayırmaya isteksiz olduğunu’ defalarca vurguladı. Yani Amerika Suriye sahasında bir nevi top çevirip tek ortak tehdidin İran olduğunu vurgulayarak geçirdi birkaç ayını. Velhasıl, İsrail’in her geçen gün el yükselterek Trump yönetimi üzerinde baskı kurma çabası sonuç vermeye başladı ve İsrail, Suriye sahasındaki Türkiye-İsrail çekişmesine Amerika’yı da sürüklemiş oldu. Gerçi Trump’ın Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Suriye konusunda övmesi pek de İsrail’in istediği gibi bir destek değildi, ancak buraya bir şerh düşmek ve sahadaki somut adımları beklemek gerek, çünkü kapalı kapılar ardında ne olduğunu bilmiyoruz. Peki bundan sonra ne olur, bu gerilim Suriye sahasında Türkiye-İsrail çatışmasına kadar tırmanır mı? Bu ihtimal en azından şimdilik oldukça düşük gibi görünüyor. Amerika-İsrail ilişkileri bölgedeki birçok politikayı şekillendirecek kadar derin olsa da Türkiye’nin bir NATO üyesi ülke olduğu gerçeği de var. Yine Amerika’nın yanı sıra Rusya’dan Suudi Arabistan’a birçok ülke Suriye’de yeni bir çatışma dönemi değil, kendi ajandalarını yürütmelerini sağlayacak istikrar istiyor. Kaldı ki Suriye sahası başta olmak üzere bölgede Türkiye ile İsrail’in ortak hedefleri var, ancak yöntemleri farklı. Mesela İsrail bölgede İran’ı istemiyor ve bunu askeri yöntemlerle sağlamaktan çekinmiyor. Türkiye İran’sız bir bölge dizaynından rahatsız değil, ancak İran ile ilişkilerini koruyarak son birkaç yılda belirginleşen boşlukları doldurma hedefiyle hareket ediyor. Aslında ikisinin de hedefi İran’sız bir bölge! Türkiye ile İsrail arasında Suriye sahasında giderek yükselen gerilimi Amerika’nın da dahil olduğu pazarlık sürecinin bir uzantısı olarak görmek mümkün. Şimdilik ne İsrail ne de Türkiye sıcak çatışmaya girme niyetinde değil. Zaten bundan kaçınmak için iki ülkenin Suriye sahasında bir mekanizma oluşturmaya çalıştığı da biliniyor. Ancak mevcut tansiyon daha da yükselir mi? Yükselebilir elbette. Suriye’deki geçici yönetimin Cumhurbaşkanı Ahmed Eş Şara’nın Türkiye ile bir güvenlik iş birliği anlaşması imzalaması ihtimali oldukça yüksek. Bu çerçevede Türkiye’nin Suriye içindeki üç askeri havaalanına üslenmek istediğine dair arzuları da zemin bulmuş olacak. Peki Türkiye Suriye sahasında bir hava savunma sistemini kime karşı kuracak? Ya da soruyu şöyle soralım; Suriye’yi havadan kim vurmak isteyebilir? Tek cevap var; İsrail. Türkiye’nin hava savunma sistemleri kurması, askeri üslerde asker bulundurması İsrail’i caydırır mı? Belki Suudi Arabistan gibi ülkeler Suriye’deki Türk üslerine bakarak kararlarını ona göre alabilir ancak İsrail Türkiye’nin caydırıcılık hamlelerini test etmek isteyecektir. Yani İsrail’in ‘Suriye’de Türk üsleri ve hava savunma sistemi var, uzak duralım Suriye sahasından’ deme ihtimali yok denecek kadar düşük. Velhasıl Türkiye’nin hava sahası dahil Suriye’de konuşlanmasının ekonomik, diplomatik ve güvenlik maliyetleri olacaktır. Türkiye ile İsrail’in Suriye sahasında fiziksel bir karşı karşıya gelişten, çatışmadan uzak durmaya çalışacağı açık ancak bu durum karşılıklı hamlelerde bulunmayacakları anlamına gelmiyor kesinlikle. Elbette bu gerilimi azaltabilecek bazı gelişmeler de muhtemel. Mesela Suriye’nin de İsrail ile normalleşme sürecini başlatmayı ve İbrahim Anlaşmalarına katılması, yeni Suriye ordusunun sadece iç güvenliği sağlayabilecek kadar sınırlı olması ve İsrail’i tedirgin etmemesi... Suriye’de şimdilik öne çıkan aktörler Amerika, Rusya, Türkiye ve İsrail ile bu ülkelerin sahadaki müttefikleri. Her bir aktörün hamlesi yeni bir süreci şekillendirecek gibi görünüyor.

Urfa 2 No'lu T Tipi Kapalı Cezaevinde kalan mahpus Serhat Bulut, cezaevindeki hak ihlallerine dair Mezopotamya Ajansı’na (MA) mektup yazdı. Mektubunda, cezaevinde görüşe gelen aile bireylerinin cezaevi girişinden çıplak aramaya maruz bırakıldığını belirten Bulut, son iki haftada bu uygulamanın arttığını ifade etti. Mektubunda sorunla ilgili cezaevi müdürü ile görüşme gerçekleştirdiklerini ancak uygulamanın bu haftada devam ettiğini kaydeden Bulut, çıplak arama uygulamasından dolayı görüşlerin geç başladığını aktararak, kamuoyuna bu karşı harekete geçmesi çağrısından bulundu. Mektubunda, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un, "Ülkemizde kesinlikle çıplak arama gibi bir durum söz konusu değildir, olamaz" şeklindeki açıklamasına tepki gösteren Serhat Bulut, "Urfa 2 Nolu'da tutsaklara da ailelerine de çıplak arama işkencesi dayatılıyor. Kabul etmeyenler darp ediliyor ya da yakınları ile görüştürülmüyor. Bu insan onuruna aykırı uygulamadan bir an önce vazgeçilmeli" ifadelerini kullandı. (MA)

Fatma Zehra Kınık Demir'in kullandığı ve 17 yaşındaki Barlasçeki’nin yaşamını yitirmesine neden olduğu araç bir kazaya daha karıştı. Aracı yine Demir’in kullandığı belirtilirken Barlasçeki’nin annesi ...

AKP iktidarı, milyonlarca yurttaşı sosyal yardımlara mahkûm eden ekonomik krizi sosyal politikalarla perdelemeye çalışıyor.

Bu yıl, İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs’ı 138’inci yılında da bir kez daha kutlayacağız. 1 Mayıs dil, din,...

Ankara – Cezaevlerinde hasta mahpuslara yönelik hak ihlalleri giderek artıyor. Tokat T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan hasta mahpuslara Suat Oğuz ve Mehmet Tiryaki’ye ağız içi araması dayatıldı. Ailelerin aktardığına göre, uygulamayı kabul etmeyen mahpuslara hem ilaçları verilmedi hem de hastaneye kaldırılmadı. Hastane sevkleri yapılmıyor Suat Oğuz, 13 yıl önce Siirt’te gözaltına alındıktan sonra tutuklandı ve yargılandığı davada müebbet hapis cezası verildi. Tokat T Tipi Cezaevi’nde tutulan Oğuz'un Hepatit B (Sarılık) hastalığı, 4 yerden bel fıtığı ve cezaevinde COVID-19’a yakalanmış olması nedeniyle ciğerlerinde sorun olduğu öğrenildi. Oğuz’un, ağız içi aramayı kabul etmediği için de hastaneye sevk edilmediğini belirten baba Rıfat Oğuz, oğlu gibi diğer mahpusların da benzer durumlarla karşı karşıya kaldığını ifade etti. Baba Oğuz, "Oğlumun kullanmak zorunda olduğu ilaçları bitmiş. Bunlar yalnızca doktor kontrolünde raporla alınması gereken ilaçlar. Ağız içi arama uygulamasını kabul etmediği için, hastaneye götürülmüyor. Sadece oğlum değil, diğer tutsaklar da aynı durumda. Oğlum ağız için arama uygulamasına karşı çıktığı için 3 aylık görüş yasağı da verildi” dedi. Mahpus Mehmet Tiryaki'nin kardeşi Serkan Tiryaki, ağabeyinin kafasında şarapnel parçası bulunduğunu ve solunum yolu hastalıklarıyla mücadele ettiğini söyleyerek, "Ağabeyime de diğer mahpuslar gibi ağız içi arama uygulamasını kabul etmediği için, 3 aylık görüş yasağı cezası verilmiş" diye belirtti. (MA)

Tutuklu Akademisyen Levent Dölek’in Avukatı Şiar Rişvanoğlu: Dosya boş, tutuklama keyfi Harb-İş üyelerinin sözleşmesi ara bulucuda: İşçiler eylem için çağrı yapıyor AB Trump’ın gümrük vergilerine nasıl bir yanıt verecek? Geçim sıkıntısı yaşayan milyonlarca yurttaş, kısa vadeli çözümlerle ayakta kalmaya çalışıyor. Halk arasında “eksi hesap” olarak bilinen Kredili Mevduat Hesapları (KMH), yüksek faiz oranlarına rağmen en çok başvurulan borçlanma yöntemlerinden biri haline geldi. BirGün'den Havva Gümüşkaya'nın haberine göre, hesapta para olmadığında devreye giren ve günlük faiz işleyen KMH’lar, hesaba para girer girmez tahsil ediliyor. Böylece yurttaş, hayat pahalılığıyla baş etmeye çalışırken kronik bir borç döngüsünün içine sürükleniyor. Mart 2024’ten bu yana KMH faiz oranı yüzde 5 seviyesinde uygulanıyor. Buna Banka Sigorta Muamele Vergisi (BSMV) ve Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) da eklendiğinde borçlanma maliyeti daha da yükseliyor. Ancak bu yüksek maliyete rağmen hem kullanıcı sayısı hem de toplam borç bakiyesi hızla artıyor. KMH borcu yüzde 158 arttı Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin verilerine göre, geçen yıl Şubat ayında 190,7 milyar lira olan KMH bakiyesi, bu yıl yüzde 158,9 oranında artarak 493,7 milyar liraya yükseldi. Sadece Şubat ayında 204 bin kişi ilk kez KMH kullandı. Aynı ayda 192 bin kişi kredi kartı, 130 bin kişi ise tüketici kredisiyle borçlandı. Böylece KMH kullanıcı sayısı 30,4 milyona ulaştı. Bu sayı, geçen yıl aynı dönemde 28,9 milyondu. Bir yılda 1,5 milyon yeni kullanıcı sisteme dahil oldu. Kişi başına düşen borç 2,5 kat arttı Dar gelirli yurttaşların artan ilgisiyle birlikte kişi başına düşen ortalama borç da hızla yükseldi. Geçen yıl 6 bin 593 lira olan ortalama borç, bu yıl 2,5 kat artarak 16 bin 218 liraya çıktı. Faiz oranlarındaki artış, kredili mevduat hesaplarında da geri ödeme krizini tetikledi. KMH’larda sorunlu kredi oranı yüzde 3,7’ye kadar yükseldi. Bu oran geçen yıl yüzde 2,2 seviyesindeydi. Geliriyle ay sonunu getiremeyen milyonlarca yurttaş, yüksek faizli borçlarla geçinmeye çalışıyor; borç sarmalı ise her geçen gün derinleşiyor. (Ekonomi Servisi)

Emek Partisi Milletvekilleri Sevda Karaca ve İskender Bayhan verdikleri soru önergesiyle Ravago, Eastchem, Enplast ve Tekpol işyerlerindeki toplu iş sözleşmesi süreçlerine dikkat çekti.

"Şefleri olan kadın ‘30 yıldır çıplak arama yapıyoruz, bu bir rutin’ dedi. Üzerime hepsi dizleriyle bastı. ‘Nefes alamıyorum’ demeye çalıştım. ‘Geber’ diyerek daha çok burnumu ve ağzımı kapattılar."

Ekrem İmamoğlu protestolarında tutuklanan aralarında 139 genç için iddianame hazırlandı. İddianamede öğrencilere siyasi yasak istendi.