Görünme ve varlık
“Görünmeye aldırış etme,” diye yazar André Gide 1889’da Ahlaki Davranış Kuralları’nda. “Önemli olan yalnızca var olmaktır.” Bu konuda kendisine katılmadığımı söylemeliyim. Hele ki sosyal medyanın varlığı bu önermeyi neredeyse tümden yalanlıyor desek, yeridir. Hannah Arendt bu günden yarım yüzyıl önce dahi farklı bir önermeyle karşımıza geliyor Zihnin Yaşamı isimli ve 1973 Gifford Konferansına dayanan ve onu bu saygın etkinlikte konuşan ilk kadın yapan, zihni olağanüstü biçimde genişleten kitabında. Arendt, “görünme” kavramını varoluş deneyimimizin merkezine yerleştirir: “Eğer görünüşlerin alıcıları, yani orada sadece var olanı değil, onlara kaçış ya da arzu, onay ya da hoşnutsuzluk, suçlama ya da övgü biçiminde tepki verebilen, görünmek üzere olanı algılayabilen, tanıyabilen canlı varlıklar olmasaydı hiçbir şey görünemezdi; “görünüş” sözcüğü hiçbir anlam taşımazdı. Varlık ile Görünme çakışır… Bu dünyada, varoluşu bir ‘seyirciyi’ varsaymayan hiçbir şey ve hiç kimse yoktur. Başka bir deyişle, görünen her şey, tekil olarak var olamaz; var olan her şey, birisi tarafından algılanmak üzere vardır… Çoğulluk, yeryüzünün yasasıdır.”
Geçtiğimiz günlerde iki ayrı alışveriş sitesinde pazarlanan tişörtleri ve insan hakları örgütlerinin bu tişörtlerle ilgili haklı tepkisini, bu tepkiye yapılan ürkütücü yorumları görünce görünme ve varoluş üzerine iki yazardan okuduklarımı hatırladım yeniden. Bir süredir “Beyaz Toros” yeniden görüş alanımıza giriyor, kah masa üstü oyuncak olarak, kah tişörte baskı ama hâlâ doğrudan tehdit kıvamında.
Zorla kaybetmeler pek çok ülkede görünür araç simgeleriyle anılır. Örneğin Arjantin’de askeri diktatörlük döneminde gözaltına alınan muhalifler, uyuşturularak uçaklardan Río de la Plata’ya veya Atlantik’e atılırdı. Gökyüzü, yani en geniş, en görünür alan kitlesel bir “görünmezleştirme” mekanına dönüşürken uçak burada hem “taşıyıcı” hem “yok edici” olarak en açık alanın en gizli şiddet biçimine dönüşmesi biçiminde görme alanımıza yerleşir ve hafızamıza kazınır. Şili’nin Pinochet rejimi boyunca karavanlar (Caravana de la Muerte) yani askeri helikopterler, ülkenin üzerinde gezen bir “ölüm karavanı” adıyla anıldı en görünür alanı bir kez daha kullanarak. Filipinler’de Marcos döneminde motorsikletli infazcılar ve Duterte dönemine de uzanan tüm bu zaman diliminde beyaz veya gri minibüsler (“van”) kentin içinde sıradan bir ulaşım aracının “gündeliğin karanlığı” olarak adlandırılmasına ve görünür olanın içindeki görünmez korkuya işaret etti. Bosna’da otobüs ve tırlar infaz alanına götürülmenin simgesi oldu.
Toros gibi sıradan araçlar, sıradan görünümü, gündelik bir eşya olarak arka planda kalabilmesiyle “Görünmez bir silah” halline dönüşür, ta ki tişört baskısı olarak karşımıza çıkıp, zorla kaybetmenin tehdidi ve cezasızlığın görünür kılınmasına dek... Diğer örneklerde de uçak, helikopter, kamyon otobüs, tır ve minibüsler, sıradan nakliye aracı gibi görünürken korku aracı olarak yeni bir görünüm ve var olma biçimi olarak karşımıza çıkmıştır. Buna karşılık başka bir görünüm üzerinden yüzleşme talep edilir ve hafıza diri tutulur. Oturma eylemleri, sokak nesneleri, anıtlar da “görünme” taleplerini sürdürerek kaybolanın izini kamusal mekana taşır. Örneğin Arjantin’de kaybolan kişilerle ilişkilendirilen bisikletler sıkça geride kalırken, sahipleri kayboluyordu. Bu görsel durum, boşluk ve yok olma hissini derinleştiriyordu. Sanatçı Fernando Traverso, arkadaşlarının kayboluşunu anmak için Rosario kentinde 29 bisiklet şablonu yaptı; zamanla bu simge kolektif bir hafıza aracı haline geldi. Bisiklet gibi sahipli bir nesne geride kalınca “boşluğu” işaret eder ancak kaybolanın yokluğu nesnenin varlığıyla tezat içinde belirginleşir. Plaza de Mayo Anneleri her perşembe meydanda buluşur; çocuklarının fotoğrafları, beyaz mendiller (bebek bezlerini çağrıştıran) taşırlar. Yine bazı Latin Amerika şehirlerinde kayıp kişilerin anısına sokaklara, caddelere sembolik objeler (Örneğin hareketsiz bırakılmış bir eşya, örneğin sandık, boş ayakkabı, boş koltuk) yerleştirilmesi, kaybolmanın görünürlüğünü yakalamaya çalışan simgeler haline gelmiştir. Bu coğrafyada da Cumartesi Anneleri ve Galatasaray Meydanı ortak hafızanın yaratılmasının önemli örneklerinden oldu. Varlık ile görünürlük çakışırken ve Arendt’e göre bir çoğulluğa işaret ederken, hangi varlığın nasıl bir görünümle sunulduğu kimi zaman çoğulluğu ortadan kaldırma teşebbüsü de olabilir.